30 Eylül 2013 Pazartesi

"Sen Affetsen Ben Affetmem"

Affetmek niye önemli? Dürüst ol, hiç değilse kendine karşı, affetmek istiyor musun sahiden? Affetmek özgürleşmektir. Kin balondaki kum torbaları gibi doluyor insanın içine, uçmak için yüklerinden kurtulman lazım. Deniyor musun gerçekten? Hatıralarına sahip çıkmayı hep sevdin. Fil gibi hafızan var, kafanda en çok tekrar oynattıkların unutup affetmesi en zor olanlar mı oluyor acaba. Affedilmeyecek şey yok mudur?
Ne pis ikilemmiş arkadaş, sıyrılmak istiyor insan, affetse kurtulacak; ama edemiyor. 4 yıl geçmiş üstünden, sürekli buna saplantılı yaşamıyorum, ama aklımdan geçmeyen gün nasıl olmuyor hala? Çok katmanlılıktan belki. Kesif bir nefret ama suçluluk duygusu soslu. Yüzüne karşı "tiksiniyorum senden" desen geçecek gibi geliyor, niye harekete geçmiyorsun daha hala o zaman? Kaç kez söyledin bunu, kaç kez dönüp dolaşıp aynı yere gelip tıkandın sayamıyorum.
Affetmek en yücesi, en doğrusu gelse de edemiyorum işte, hiç bir zaman da edemeyeceğim belki. Tanrı bağışlayıcı olabilir, ben insanım affetmem. Hem Tanrı da çok naif oluyor bazen canım, o bağışlayıcılığa güvenmese bu kadar rahat hareket etmez bazı insanlar herhalde. Geçmişin gölgelerinden ne kadar kaçabilirsin? Göz göze geldiğinde daha kaç kez gözünü kaçırabilirsin? Yüzleşmemek senin seçimin, onu bil. Hissediyorum o günün de geleceğini diyor, organizasyonu hayata bırakıyorsun ama ince ince oyuyor seni bu illet bir yandan. İçindeki bütün irini bir seferde kusabilir misin? Arındırabilir mi bu seni? Yoksa beklediğin günün gerçekleşmesinden sonra bile bununla yaşama ihtimalinden korktuğun için mi sarılmıyorsun gölgenin boğazına?
O kadar olgun olmak zorunda değilim, affetmiyorum, unutmuyorum. Beni ince ince oyuyor diyorum ya, umarım seni öldürüyordur.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Star Wars ve Siyaset Bilimi

Star Wars'un ne kadar çok konuda okunan ve referans verilen bir film serisi olduğu herkesin malumu. Küçükken yarım yamalak izlemiştim, yazın adam akıllı bütün seriyi izleyeyim dedim. Vallahi George Lucas taa 70lerde mis gibi hiç bir sakilliği olmayan bilimkurgu çekmiş, bunu takdir etmek için bile izlenebilir tekrardan.
Durumlar malum, ben de bir uluslararası ilişkiler öğrencisi olarak bu zamanda izleyince "kahraman", içsel yolculuk, iyilik-kötülük gibi temaların yanısıra Star Wars'un siyasete dair söylemlerine kulak verdim. Bu konuda da pek çok okuma yapılmıştır zaten.

Serinin ilk filmi "Episode IV - A New Hope" 1977'de çekilmiş. İlk üç film olan 4, 5 ve 6. bölümler 1977-1983 arası çekilirken uzun bir aradan sonra 1, 2 ve 3. bölümler 1999 - 2005 aralığında çekilmiş. Yedinci filmin de yolda olduğunu biliyoruz. 

İlk filmlerin çekildiği yıllarda dünyaya çift kutuplu düzen hakimdir. 1973'te petrol kaynaklı ekonomik krizin yanısıra bu yıllara İslami hareketler, 1979 İran'ın yeşil devrimi damgasını vurmuştur. Amerika ise Watergate skandalı, Nixon'ın istifası, Amerikan müdaheleciliğine karşı yeni bir Vietnam yaşanmaması için tepki gösterilmesi gibi durumlar nedeniyle izolasyonist politikasına geri dönüş yapmış, etki alanlarını kaybetmiş gibidir. Bu arka planda Star Wars'ta etkisi görüldüğünü iddia edebileceğimiz en büyük olay nükleer silahlanmadır. Antlaşmalarla silahlanma sınırlanmaya çalışsa da 70li yılların sonunda silahlanma sınırlamaları giderek imkansızlaşmıştır. Böyle bir arka planda çekilen "A New Hope"'a dönecek olursak Darth Vader ve Darth Sidious'un dark side destekli imparatorluğuyla karşılaşırız. Luke Skywalker aşırı teknolojik ve güçlü "Death Star"ı teknolojinin nimetlerini reddederek "force" desteğiyle yener. Gerçek dünyaya umutsuzluk hakimken, Amerika Sovyetler karşısında güç kaybediyorken film bize bir umut vaadeder; ancak asıl üzerinde durmak istediklerim özellikle 1,2 ve 3. bölümler. Bu bölümleri rejimin demokrasiden diktatörlüğe dönüşmesine paralel olarak Anakin Skywalker'ın Jediler'ın yolundan dark side'a geçerek Darth Vader'a dönüşmesi şeklinde özetleyebiliriz. Bu filmlerin arka planı ise Soğuk Savaş'ın bitişinin ardından 2000li yılların tek kutuplu dönemi. Küreselleşme, 11 Eylül ve terörizme karşı savaş, ABD'nin tek süper güç olması gibi olaylar dönemi etkiliyor; ancak burada önemli olan arka plan değil.


Yaklaşan tehlikeye karşı gezegenleri korumak için acil kararlar vermek, kuvvetli bir yürütmeyle ordu gibi önlemler almak gerekmektedir; ancak senato bu durumda çok atıl kalmakta, karar alımları tıkanmaktadır. 27 Mayıs darbesiyle kurulan senato da 12 Eylül'de aynı nedenlerle lağvedilmiştir. Bu durumda Padme Amidala başta olmak üzere bir kısım senatör başkanlığından oldukça memnun oldukları, tam bir demokrasi yanlısı gibi görünen Senatör Palpatine'in acil durum yetkileriyle donatılmasını önerirler. Öneri kabul edilir, Palpatine de bu yetkileri sadece geçici bir süre için kabul ettiğini, şartlar eskiye dönünce demokrasiyi korumanın önemini vurgular. Bu noktadan sonra ise Anakin Skywalker ve Palpatine arasında Anakin'in kafasını karıştıran konuşmalar geçmeye başlar. Bence Anakin'in dark side'a geçmeye başlaması Padme'yi kurtarmak için çaresiz kalmasından önce Palpatine'in manipülasyonuyla iktidarın tek elde toplanmasının daha güçlü, karar alıp uygulamada daha avantajlı bir devlet oluşturmasına ikna olmasıyla başlar. Padme'yle konuşmalarında neden demokrasinin öncelikli görüldüğünü anlayamaz, giderek sorgulamaya başlar. Daha önce sorgulamadığı, sadece yüksek egosu nedeniyle şikayet ettiği Jedilık sistemi de onu şüpheye düşürür. Jedilık sisteminin elbette gerçek dünyada tam bir karşılığı olduğu iddia edilemez; ancak yine de siyasi olarak orduya benzer bir kuruma benzediği söylenebilir. Jedilar demokrasinin koruyucusu, garantörü olarak görülmektedir. Bilgelik ve "güç"e göre hareket etmeleri onlara daha mistik bir karakter kazandırsa da siyasi pozisyonları orduya benzer. Jediler'ın yönetimde, siyasi bir erk elde etmede gözü yoktur; ancak demokrasiye karşı girişimleri engellemektir görevleri. Köşeye çekilmek, erki ellerinde tutmamak gibi prensipleri vardır, demokrasiye saygılı olmaktan öte varlık amaçları demokrasiyi korumak gibidir. Aslında özleri itibariyle orduyla çok bağdaşır nitelikleri yoktur. Belki de Palpatine'in gözünden bakınca daha çok ordu gibi görünürler. Palpatine Anakin'in Jediler'a olan güvenini yıkarak onların darbe girişiminde bulunacakları paranoyasını besler. Bunu militarist bir modernleşme modeli izlemiş, 10 yılda bir darbe yaşamış, AKP iktidarına kadar ordunun darbe ihtimali başının üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanan bir ülkenin vatandaşı olduğum için de böyle olabilirim. (Bu söylediğim de asla ve kat'a şimdiki Ergenekon ve orduyu itibarsızlaştırma sürecini destekliyorum demek değildir). Jediler'ın özgürlükçülüğü siyaset bilimciler tarafından bayağı tartışılan bir konu bu arada. Buradaki önemli göstergelerden biri de Luke Skywalker'ın cumhuriyeti tekrar kurduktan sonra Jediler'ın yetkilerini sadece Jedi dini ile ilgili konularla sınırlaması. Jediler'ın bir diğer ayıbının da Anakin'e atarlı ergen muamelesi yapıp karşılarına alıp adam gibi konuşmaması bence ayrıca. Tamam Anakin atarlı ergen biraz sahiden; ama ciddiye alsalar o çocuklar kurtulurdu belki. 


En nihayetinde Senatör Palpatine Darth Sidious, Anakin Skywalker da Darth Vader olduğunda Galaksi Cumhuriyeti de Galaksi İmparatorluğu'na dönüşür. Halkı baskı ve totalitarizmle yönetir. Anakin dark side'a politik olarak Palpatine'in galaksiye düzen getireceğini düşündüğü için geçer. Düzen demokrasiden önce gelir onun için o koşullarda. Fransız İhtilali sonrası insanların kaotik ortamdan yılmasının Louis Bonaparte'ın imparatorluğuna çanak tutması gibi yani. Günümüz dünyasının siyasetine dair pek çok şey söyleyen Star Wars'u bu günlerde izleyip feyz almakta fayda var.


6 Eylül 2013 Cuma

Yaşamaya Dair veya Duende

Ne çok yaz, ne çok yaz. Çocuklarımızın yıllar sonra sorup da öğrenmek isteyeceği bir yaz geçirdik hep beraber. Geçirmeye de devam ediyoruz aslında. İnsan en çok böyle zamanlarda yaşadığını hissediyor galiba. Hem çok gerçek dışı gibi bir tecrübe, bir yandan da sıcağı sıcağına yaşayıp gerçekliğini hissediyor insan. Uzun bir süredir yaşamaktan yazma itkisi bulmadım herhalde. Tembelliğimi örtbas etmeye de çalışıyorum ama tabii. Ne zamandır duendeye dair bir şeyler karalamak istiyordum aslında, dün aklıma düştü.
Dün Joseph Campbell ve Bill Moyers'in sohbetlerinden derlenen "Mitolojinin Gücü" adlı kitabı bitirdim çünkü (ki çok ilginç bir kitap, hayatı genel anlamıyla ilgilendiren şeyler söylediği için herkesin ilgisini çeker bence). Bunu açıklamadan önce arka arkaya Gezi, duende ve mitolojiden niye bahsettiğimi açıklasam daha iyi ama.
Duende İspanyol kültürüne ait ama aslında evrensel olan, çevirisi olmayan bir kelime. Goethe duendeyi "herkesin hissettiği, filozofların açıklayamadığı esrarengiz güç" olarak tanımlamış. İspanyol kültüründeki yerini gerçek flamenko gösterilerinde dansçının, müzisyenlerin, seyircilerin "ole" diye galeyana geldiği anlarda gözlemlemek olası. Yani bir esrime, "extase" veya vecd halini ifade ettiği söylenebilir. "Extase" kelimesi "ecstasy"nin kökü, antik Yunan tragedyalarının dayandığı yer olan Dionysos şenliklerinde varılan esrime halinde ruhun bedenden çıkarak özgürce dolaşması gibi bir anlamda kullanılıyor. Bu kavram duende'yi anlamak için bir anahtar olabilir. İspanyollar'ın özelinde duende Lorca şiirleri ve oyunları, özellikle Lorca'nın "Duende Kuramı" başlıklı konferansı (YKY'den çıkan, Yıldız Ersoy Canpolat ve Selahattin Özpalabıyıklar tarafından hazırlanan "Federico Garcia Lorca - Profil" adlı kitapta mevcut); Manuel de Falla,  İsaac Albeniz, Cameron de la Isla, Paco de Lucia gibi ustaların flamenkoları; Carlos Saura'nın müzik ve dansa ilişkin filmleri; Tony Gatlif'in müthiş müzikli filmleri gibi eserlerden sezilebilir. Jason Webster'ın Ayrıntı Yayınları'nın Yeraltı Edebiyatı serisinden çıkan "Flamenkonun İzinde" adlı kitabı da oldukça hoş bir biçimde ele alıyordu konuyu.
Duende deyince yaşam enerjisinin kaynağı, gusto, ruh, arayış, tutku, efsun geliyor. Duende içinde olduğu şeyi anlamlı kılar da denebilir bence. Lorca konuyu anlatırken verdiği örneklerde iyi flamenkonun özelliğinin sesle ve teknikle değil duende ile alakalı olduğunu söylüyor. "Flamenkonun İzinde"de ise protagonist bir arayış içinde bir flamenko grubuna katılır, müzik, aşk, seks, uyuşturucu gibi deneyimlerle herkesin kendi duendesi olduğuna, duendenin de sonuçta değil yolda bulunduğuna, yolun kendisi olduğuna kanaat getirir.
İspanyolların duende dediğine Campbell "sonsuz hayat enerjisi" diyor ve hem antik mitlerde hem de modern mitler olan Star Wars gibi filmlerde insanın hikayesinin ele alındığını ve insanın bu enerjinin peşinde olduğunu söylüyor. Bu enerji insana yaşadığını hissettiren enerji. Bu enerji, yani bence duende olmadan yaşanan hayat vasat ve yaşama sevincinden yoksun oluyor. Büyük üzüntüler yaşamaktan koruyor belki bu tercih; ama büyük zevkler ve mutluluklardan da uzak tutuyor. Normal hayat akışında kırılmalar yaratmak aslında yaşamı en çok hissettirenler. Ekstrem sporlar yapmak, uyuşturucu kullanmak gibi eylemler duende üzerinden de okunabilir.
Gezi de bize duendeyi hissettirdi. Tabii ki buna indirgeyecek halim yok, politik altyapıyı paranteze alarak konuşuyorum. O parkta olup o havayı solumak (biber gazı elverdiğince) bize yaşadığımızı, kendimiz için bir şeyler yapabileceğimizi hissettirdi.
Duende hep uç deneyimlerde mi gizli? Bence herkesin kendi arayışı bu. Alkol, seks, aşk gibi esrime araçları bütün insanlık için ortak; ancak bence küçük şeylerde de var duende, hatta olmalı. Sizi çok etkileyen bir kitap, film veya şarkıda, biriyle dolu dolu muhabbet ettiğinizde,  bir seyahatte gördüklerinizde, lezzetli bir yemek yediğinizde, tutkuyla yaptığınız işiniz ya da hobinizde hep var.
Benim arzum duendeyi mümkün mertebe hayatın her alanına yayıp hep yakalamaya çalışmak. Benim payıma da başta Edip Cansever ve Neşet Ertaş olmak üzere bir kısım sanat, Kadıköy, üç katlı vapurun en üst katında gün batımı, muhabbetli şarkılı türkülü rakı sofraları, tiyatro, mutfak keşifleri... gider, gider. Ölümlü yaşamanın nimetleri bunlar. Bunu olur a biri okursa merak ederim, çekinmeden söylesin sonsuz hayat enerjisini...