21 Eylül 2012 Cuma

Nar'dan Ayna

 Bu yazının konusu başka olacaktı aslında. Bu akşam izlediğim filmin prizmasında kırıldı lâkin. Aklımda dünya gözüyle görebildiğim, o efsanevi sesini duyabildiğim Leonard Cohen, eşzamanlı olarak da hastası olduğumuz Bülent Somay'ın hastası olunası kitabı "Şarkı Okuma Kitabı - Ses ve Sözle Denemeler"indeki Cohen şarkıları denemeleri. Bunlarla ilgili kafamı toplamadan önce ise Ümit Ünal'ın Nar'ını izledim az önce. Çok da beğendim. Bu yukardakilerle alakası ise Somay'ın kitaptaki "Suzanne' in Aynası" denemesinden mütevellit.
 
Öncelikle Suzanne, öncelikle Cohen. Cohen'i sevmek için şarkılarını gerçekten dinlemek, hissetmek gerek. Başka bir işle ilgilenirken arkada fon müziği değildir Cohen. Dinlerken insanı başka yerlere, kendinden içeri kendine götürür, getirir. Sözlerini dinlemek, anlamak gerekir. Aksi taktirde bütün şarkıları birbirine benzeyen mıymıy bir adam olarak değerlendirilmesi işten değildir. Somay'ın dediği gibi; ses ve sözün birliğidir Cohen. Aslında çok iyi bir şair - hatta yazardır. "En Sevilen Oyun" ve bilhassa "Görkemli Kaybedenler" romanlarında fevkalade görülür bu. Her şarkısı aslında şiirdir; şarkı sözü önemlidir. Birkaç kez dinledikten sonra kendini açar, bağımlılık yapar şarkıları. Bu bağ kurulduğunda ise özel (en az bir) şarkınız olur. Şahsım için (pek çok diğer insan için de sanıyorum) bu şarkı Famous Blue Raincoat'tur. 

 Bu yazıyla asıl bağlantılı şarkısı ise Suzanne. İlk "özel" şarkısı denebilir belki. Bülent Somay'ın kitabı da "Suzanne'in Aynası" adlı denemesiyle açılıyor. 

"...there are heroes in the seaweed, there are children in the morning
They are leaning out for love, they will lean that way forever
While Suzanne holds the mirror."  

 Bu dizelerden yola çıkmış Somay. Söz konusu aynayı insanların birbirine tuttuğu ayna; insanların birbirinin aynası olması gerekliliği şeklinde yorumlamış. Burdan sonrası dinleyenin/okuyanın kendine kalmış. O aynayı aşkla karıştırıyor insan bazen. Karşısındakinin yansıttığı aynada gördüğü kendine aşık oluyor. Karşısındakinin yarattığı aynadaki-kendisini. Bazen beklenmediği anda yüzüne tutuluyor ayna. Bir dizeyle, bir şarkıyla, bir şakayla, bir filmle, bir öfke patlamasıyla. 

 Nar'a gelince; insanı düşünmeye sevkeden (ah bir de o didaktik tirad olmasa, o güzel örtüklük bozulmasa) bir film. Bana Ayna'yı düşündürttü. Karakterlerin hepsinin birbirine tuttukları aynaları, tabii bir de filmin bütününün seyirciye tuttuğu ayna. Tutmak gereksiz bir fiil aslında; karakterlerin hepsi birbirinin aynası. Film de tabii kendi suretimiz. Bu ayna işlevini Asuman görüyor en çok. Kimseyi suçlamıyor, görüyor ama ne gördüğüne bir anlam veremiyor. Onun aynasında bütün karakterler kendileriyle karşılaşıyor. Yalanlar har gibi saçılıyor ortalığa. Birbirlerine değil kendilerine söyledikleri yalanlar. Bilip de görmek istemedikleri, unutmak istedikler, örtbas ettikleri yalanlar. Bu bir iyilik-kötülük meselesi gibi verilmiyor ama; ben en çok onu sevdim belki. Kimse için iyi ya da kötü diyemiyoruz. Bunu biraz da iyice göze sokmuş Ümit Ünal finalde Asuman ve Deniz karakterlerinin yerini değiştirerek. Aynı şeyi sen de yapabilirsin. Onlar da seni seyredebilirler. Empati lazım,aynı durumda olduğunda seninle empati kurulmamasının ne demek olduğunu bilmen lazım. Aynayı kimin gösterdiği, kimin ayna olduğundan çok senin bu aynalı mise-en-abîme durumuna nasıl baktığın önemli. Kendin ne kadar ayna olabildiğin. Kendini aynalarda gör diye empati yapmak lazım belki. "Sen"ler "ben" çünkü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder