6 Eylül 2013 Cuma

Yaşamaya Dair veya Duende

Ne çok yaz, ne çok yaz. Çocuklarımızın yıllar sonra sorup da öğrenmek isteyeceği bir yaz geçirdik hep beraber. Geçirmeye de devam ediyoruz aslında. İnsan en çok böyle zamanlarda yaşadığını hissediyor galiba. Hem çok gerçek dışı gibi bir tecrübe, bir yandan da sıcağı sıcağına yaşayıp gerçekliğini hissediyor insan. Uzun bir süredir yaşamaktan yazma itkisi bulmadım herhalde. Tembelliğimi örtbas etmeye de çalışıyorum ama tabii. Ne zamandır duendeye dair bir şeyler karalamak istiyordum aslında, dün aklıma düştü.
Dün Joseph Campbell ve Bill Moyers'in sohbetlerinden derlenen "Mitolojinin Gücü" adlı kitabı bitirdim çünkü (ki çok ilginç bir kitap, hayatı genel anlamıyla ilgilendiren şeyler söylediği için herkesin ilgisini çeker bence). Bunu açıklamadan önce arka arkaya Gezi, duende ve mitolojiden niye bahsettiğimi açıklasam daha iyi ama.
Duende İspanyol kültürüne ait ama aslında evrensel olan, çevirisi olmayan bir kelime. Goethe duendeyi "herkesin hissettiği, filozofların açıklayamadığı esrarengiz güç" olarak tanımlamış. İspanyol kültüründeki yerini gerçek flamenko gösterilerinde dansçının, müzisyenlerin, seyircilerin "ole" diye galeyana geldiği anlarda gözlemlemek olası. Yani bir esrime, "extase" veya vecd halini ifade ettiği söylenebilir. "Extase" kelimesi "ecstasy"nin kökü, antik Yunan tragedyalarının dayandığı yer olan Dionysos şenliklerinde varılan esrime halinde ruhun bedenden çıkarak özgürce dolaşması gibi bir anlamda kullanılıyor. Bu kavram duende'yi anlamak için bir anahtar olabilir. İspanyollar'ın özelinde duende Lorca şiirleri ve oyunları, özellikle Lorca'nın "Duende Kuramı" başlıklı konferansı (YKY'den çıkan, Yıldız Ersoy Canpolat ve Selahattin Özpalabıyıklar tarafından hazırlanan "Federico Garcia Lorca - Profil" adlı kitapta mevcut); Manuel de Falla,  İsaac Albeniz, Cameron de la Isla, Paco de Lucia gibi ustaların flamenkoları; Carlos Saura'nın müzik ve dansa ilişkin filmleri; Tony Gatlif'in müthiş müzikli filmleri gibi eserlerden sezilebilir. Jason Webster'ın Ayrıntı Yayınları'nın Yeraltı Edebiyatı serisinden çıkan "Flamenkonun İzinde" adlı kitabı da oldukça hoş bir biçimde ele alıyordu konuyu.
Duende deyince yaşam enerjisinin kaynağı, gusto, ruh, arayış, tutku, efsun geliyor. Duende içinde olduğu şeyi anlamlı kılar da denebilir bence. Lorca konuyu anlatırken verdiği örneklerde iyi flamenkonun özelliğinin sesle ve teknikle değil duende ile alakalı olduğunu söylüyor. "Flamenkonun İzinde"de ise protagonist bir arayış içinde bir flamenko grubuna katılır, müzik, aşk, seks, uyuşturucu gibi deneyimlerle herkesin kendi duendesi olduğuna, duendenin de sonuçta değil yolda bulunduğuna, yolun kendisi olduğuna kanaat getirir.
İspanyolların duende dediğine Campbell "sonsuz hayat enerjisi" diyor ve hem antik mitlerde hem de modern mitler olan Star Wars gibi filmlerde insanın hikayesinin ele alındığını ve insanın bu enerjinin peşinde olduğunu söylüyor. Bu enerji insana yaşadığını hissettiren enerji. Bu enerji, yani bence duende olmadan yaşanan hayat vasat ve yaşama sevincinden yoksun oluyor. Büyük üzüntüler yaşamaktan koruyor belki bu tercih; ama büyük zevkler ve mutluluklardan da uzak tutuyor. Normal hayat akışında kırılmalar yaratmak aslında yaşamı en çok hissettirenler. Ekstrem sporlar yapmak, uyuşturucu kullanmak gibi eylemler duende üzerinden de okunabilir.
Gezi de bize duendeyi hissettirdi. Tabii ki buna indirgeyecek halim yok, politik altyapıyı paranteze alarak konuşuyorum. O parkta olup o havayı solumak (biber gazı elverdiğince) bize yaşadığımızı, kendimiz için bir şeyler yapabileceğimizi hissettirdi.
Duende hep uç deneyimlerde mi gizli? Bence herkesin kendi arayışı bu. Alkol, seks, aşk gibi esrime araçları bütün insanlık için ortak; ancak bence küçük şeylerde de var duende, hatta olmalı. Sizi çok etkileyen bir kitap, film veya şarkıda, biriyle dolu dolu muhabbet ettiğinizde,  bir seyahatte gördüklerinizde, lezzetli bir yemek yediğinizde, tutkuyla yaptığınız işiniz ya da hobinizde hep var.
Benim arzum duendeyi mümkün mertebe hayatın her alanına yayıp hep yakalamaya çalışmak. Benim payıma da başta Edip Cansever ve Neşet Ertaş olmak üzere bir kısım sanat, Kadıköy, üç katlı vapurun en üst katında gün batımı, muhabbetli şarkılı türkülü rakı sofraları, tiyatro, mutfak keşifleri... gider, gider. Ölümlü yaşamanın nimetleri bunlar. Bunu olur a biri okursa merak ederim, çekinmeden söylesin sonsuz hayat enerjisini...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder